4/12/2018

BİR ADAM



-->
Güneş toprağa çoktan küsmüş ufukta kızıl ince bir çizgi bırakarak,  tepeler yeşile tutam tutam siyah katarak, kuşlar yuvalarına varmak için kanatlarının arasına alarak günü ton ton geceye teslim ediyorlardı.

Birazdan yani güneş kızıl eteğini çektiği zaman, gökte her birine umut bağlanmış kandiller yandığında, tilkilerin gözleri çakmak çakmak parladığında, tavuklar kümeslerine inekler yerlerine çekildiğinde, komşunun köpeği geçen arabaların farlarını görüp havladığında, kararan tarlalarda incir ağaçlarının gövdelerine ay vurup yaldızlandığında, elinde iki fener dilinde iki kelime yaşlı amcalar kahveden eve döndüklerinde, ocak çekirgeleri ağustos böceklerinden gecenin sahnesini çaldıklarında ve artık tüm tabiat gün doğumunu karşılamak için yer yüzüne uzandığında bir ses duyulurdu köyü kuşatan tepelerin en yükseğinden.

Yüreği acı ile titreyen, gözleri kilitlenecek bir dost arayan, aklı başından gideli çok olmuş, genç sayılmaz yaşlı yerine koyulmaz yolun yarısını geçeli bir kaç basamak atlamış bir adam sesidir bu. Öyle bir ses ki sanki yer yüzüne uzanan tabiata uyku vakti geldiğini haber veren baba sesi gibi tesiri yüksek. İçinde elem ve öfke barındıran bu nidadan sonra verilen bir es ile kendi yazdığı, başı duvaklı türküler söylerdi bu adam.

Soramadım ellere
Doyamadım sevmelere
Seni bana yar etmeyen
Hasret kalsın gülmelere


Dilinde yaktığı sadece türkü değildi, her cümlesi her sesi alev alev çıkardı dudaklarından. Güneşin tesiri ile kavrulmuş teni, içinde kor olan sevdası ile gece bastırınca alev alev aydınlatıyordu tepeyi. Ağustos böcekleri ve çekirgeler susuyor, köpekler sadece uluyor, kolu komşu çıt çıkarmadan onu dinliyordu. Saygı duruşu gibiydi. Sessiz ve hareketsizdi her şey. Bir tek onun dışında her şey...

Devam edecek...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder