2/06/2018

BANA DAİR...





Hava soğuk ve kuruydu. Birazdan yanık pembe eşarbını alıp masadan sakince kalkacak bir kadın gibiydi güneş. Deniz ise kırışık bir çarşaf gibi seriliydi tepelerle çevrilmiş yatağında. Oturduğu iskele tüm gün ıslanan ahşap gövdesini akşamın serin meltemine bırakmıştı.

Üzerindeki hırka kışlıkların arasından yeni çıkmıştı. Sakin esen meltemle rutubet kokusunu üzerinden atıyordu. “Bu şekilde de havalanabiliyor pekala” diye düşündü. Annesi gibi değildi, tüm dolabı balkona serip havalandıracak vakti yoktu. Değerli zamanını daha verimli kullanmayı tercih ediyordu. Kaldı ki bu hırkayı da ağzına kadar dolu olan dolapta önlü arkalı iki kule gibi dizdiği kışlıklarının arka sırasından, görmeden el yordamıyla seçmişti. Doğru kazağı bulana kadar başarısız olduğu seçimlerini ise yatağın üstüne savurmuş, onlar da hafifliklerinden yatağa isabet etmemiş ve halıya saçılmışlardı.

Çocukluğundan beri boşa vakit geçirmemesi gerektiğini öğrenmişti. Evden çıkmadan önce pekala bulaşıkları yıkayabilir, dağılan giysilerini yerlerine kaldırabilir, akşam yemeği için buzluktan eti çıkarıp çözülmeye bırakabilirdi. Zamanı bu kadar boşa akıttığını görse annesi muhakkak dolduracak bir kova bulurdu. O ise artık evden, arkasına bakmadan çıkmayı tercih ediyordu. Geriye dönüp toplamak istediği her şey onu bir bir hayatından eksiltiyordu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder